Onur Erbilen: ‘Çapkının Düşü’ tiyatrodaki yozlaşmaya bir başkaldırı oyunu

Tiyatro Baht imzalı “Çapkının Düşü”, sezonun yeni oyunlarından biri. Oyun, eril düşünceler, bencil yaşamlar ve empatiden yoksun yeni çağın en belirgin yansıması olan Çapkın’ın, düşünde korkularından, yasaklarından, anlatamadıklarından kaçmasını anlatıyor.

Oyunda sahnede Ozan Çobanoğlu ve Serdar Yeğin yer alıyor. “Çapkının Düşü” alkışlarla yoluna devam ederken biz de oyunun yazarı ve yönetmeni Onur Erbilen’le konuştuk.

‘ÇAPKIN KARAKTERİ ÇAĞIMIZ İNSANININ BİR YANSIMASI’

“Çapkının Düşü” nasıl ortaya çıktı?

Çapkın karakteri çağımız insanının bir yansıması. Yetinmeyi bilmeyen, kendinden başkasını düşünmeyen, kendi dışındaki tüm olaylara kayıtsız, haz veren her şeye düşkün, ahlak ve toplum kurallarını hiçe sayan insanlar esin kaynağım oldu “Çapkının Düşü”nü yazarken.

Onur Erbilen

Oyunun yazar ve yönetmenliğini siz üstleniyorsunuz. Bir tiyatro oyunu için bunun avantajları ve dezavantajları nelerdir?

Bence yazar yönetmen olmak çok avantajlı çünkü metne son noktayı koyduktan sonra zihin yönetmenliğe başlayıp metni kelime kelime, an an, sahne sahne yaşatmaya, evirip çevirmeye başlıyor. Bu süreçte yazar olarak yapılan eksiklikler ortaya çıkarken, bir yandan da metnin sahnelenmesi inşa edilmiş oluyor. “Çapkının Düşü” için bu süreç beş yıla yakın sürdü, metni tamamladıktan sonra zihnimi “Kim oynar, dekor-kostüm nasıl olmalı, sahne nasıl kullanılmalı” gibi sorular meşgul etti. Bu süreçte metnin yürümeyecek yanlarını da gördüm ve tekrar tekrar revize ettim, yazdığım metin elli sayfaydı sahnelenen ise kırk.

Yazar-yönetmen olmanın dezavantajlı yanı yönetirken yazar kimliğin ağır basıp yazdıklarına aşık olmak ve değişikliklere açık olmamaktan kaynaklanır. Ben yazdığım hiçbir oyuna aşık değilim, kendi yazdıklarımı yönetirken metne yabancılaşabiliyorum, bu nedenle atmak, kesmek, burası iyi yazılmamış deyip yeniden yazmak benim için sorun olmuyor.

‘FARKLI OYUNCULARLA ÇOK FAZLA GÖRÜŞME, ÇOK FAZLA OKUMA PROVASI YAPTIK’

Oyuncular Ozan Çobanoğlu ve Serdar Yeğin de performanslarıyla bolca alkış alıyorlar. Onlarla nasıl bir araya geldiniz?

“Çapkının Düşü” sadece toplumdaki ahlaksal çöküşe bir başkaldırı oyunu değil, aynı zamanda Türk tiyatrosundaki yozlaşmaya, sıradanlaşmaya, basitleşmeye de bir başkaldırı oyunudur. Bu nedenle oyunun kurgusu, konusu, biçimi ve dili üzerinde kafa yorduğum kadar, bu iki virtüöz oyuncunun, performanslarını ortaya koyabilmeleri için de çabaladım. Oyunun kurgusu, karakter yaratımı, diyalogların ritmi ve gelişimi, cümleler ve tiratlar usta iki oyuncunun sınırlarını zorlayacak, içlerindeki enerjiyi çıkarmalarına imkan tanıyacak şekilde yazıldı. Bu nedenle oyuncu bulmakta çok zorlandım, son yıllarda birçok usta aktör sıradan roller yüzünden formdan düştükleri için böyle bir oyuna yanaşmadılar.

Farklı oyuncularla çok fazla görüşme, çok fazla okuma provası yaptık, birçok kombinasyonlar denedik. İki oyuncunun ayrı ayrı iyi olması da yetmiyordu, aralarında uyum ve balans olması gerekiyordu. Birçok kombinasyonda aradığım uyumu bulamadım. Tam umudumu kaybetmiştim ki Ozan Çobanoğlu ve Serdar Yeğin ile karşılaştım. İkisi de zaten bildiğim ve beğendiğim aktörlerdi. Daha ilk okumada aradığım uyumu buldum. İkisi de açık kafalı, yerinde duramayan, zinde, enerjik ve çabuk kabul etmeyip sorgulayarak en iyisini arayan aktörler. Bu kadar enerjik aktörlerle çalışmak güç görünür yönetmen açısından ama ben büyük bir şans olarak görüyorum. Onların sorgulamaları ve ideali arama çabaları hem sanatı hem de yönetmeni bir adım ileri götürür.

“Çapkın” günümüzü temsil eden bir erkek prototipi. Erilliği, bencilliği, hedonistliği vs. ile çok gerçek. Sizce günümüzde bu erkek tipini oluşturan koşullar neler?

Bu erkek tipini yaratan koşullar ataerkil yapı ve çocukluktan başlayarak ebeveynler tarafından şişirilen egolar. Kadınlar tarafından yaratılan bu erkeklerin en büyük zararı yine kadınlara oluyor, bu nedenle hem anne hem de eş olarak kadınlar, erkeklerin egolarının şişmesine izin vermemeliler.

‘HER ŞEY KORKULARIN KİŞİYE NELER YAŞATABİLECEĞİNİ SORGULAMAMLA BAŞLADI’

Oyun, birbiri içine geçmiş döngülerden oluşuyor. Hem düş hem kabus, hem hayal hem gerçek; çıkışsız bir hapishane. Metnin kurgusuna dair bize neler söylemek istersiniz?

Korkuların kişiye neler yaşatabileceğini sorgulamamla başladı her şey, oyunun tamamı zihnin kişiye oynadığı oyunlar aslında. Sahnede zihnin karmaşasını realize etmek, sinema ve romana nazaran daha güç olduğundan bunu sıra dışı bir kurgu ve sahne imkânlarının el verdiği oranda ses, ışık ve efektlerle yapmaya çalıştık.

İki karakter birbirinin zıttı gibi görünseler de, aslında aynı kişinin farklı yansımaları, farklı ruh halleri gibiler. Burada da devreye korkular, yani bilinçaltı giriyor. İnsanın kendisiyle olan savaşı en büyük savaş gibi; ne dersiniz?

Kesinlikle öyle ve öyle olmalı… Oyunda da dediğimiz gibi; her insan içinde kendini eleştiren ikinci bir benlik taşımalı.

İKİ YENİ OYUN: ‘GÜLÜNÇ BİR ADAMIN DÜŞÜ’ VE ‘BEN FİDEL’

Oyunun ses, müzik ve ışık kullanımı, sürekli atonal sert geçişler yapılması da dikkat çekici. Biraz da bundan bahsedelim mi?

Oyunun tamamının ‘Adam’ karakterinin zihninde yaşananlar olduğu, yani ‘Gelen’ kişilerin aslında var olmadıkları, Adam’ın düşleri olduğunu vermek çok güçtü, metni okuyan birçok kişi de ilk okumada bunu anlayamadılar. Bunun izleyici tarafından anlaşılmayacak olması korkusuyla ışık, efekt, müzik ve tekrarlanan anlardan faydalandık bu da oyunun düşsel ve fantastik yapısına hizmet etti.

Son zamanlarda neler yapıyorsunuz? Bize yeni çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Şu sıralar Aziz Çoban ile “Gülünç Bir Adamın Düşü” üzerinde çalışıyoruz, Dostoyevski’nin daha önce Türkiye’de hiç sahnelenmemiş bu güzel öyküsü 6 Ekim’de Cevahir Sahne’de seyirciyle buluşacak. Hemen ardından Fidel Castro’nun hayatı ve Küba Devrimini konu alan “Ben Fidel” isimli oyunun provalarına başlayacağız, onun da kasım ortası gibi seyirciyle buluşmasını planlıyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir